17 Kasım 2015 Salı

SÖZ SIRASI


Diyarbakır nasıl bozuldu?           
                            
Diyarbakır büyüyor, Diyarbakır gelişiyor, genişliyor.
Artık, buraya da gökdelenler kenti dense yeridir.
Sur içine sıkışmış geçmişi binlerce yıl öncesine dayanan tarihi Diyarbakır yerine, şimdilerde Seyrantepe’den başlayarak Karacadağ’a doğru alabildiğine genişleyen, büyüyen modern sitelerle dolu, nüfusu 2 milyonu aşan bir Diyarbakır var…
Böylesi büyümüş bir kentin sorunları da elbette büyük olur. Üstelik en 35-40 yıllık tüm bölgenin yoksulluk sorunlarını da yüklenmişse…
Elbette bunu idrak ediyoruz.
Benim anlatacağım Diyarbakır başka…
Diyeceğim o ki;  inanın dostlar, bizim özlemini çektiğimiz Diyarbakır bu değil.
Ve inanın eski Diyarbakır’ın bir başka havası, bir başka güzelliği vardı.
Çarşısında, pazarında dostça selamlaştığımız insanlarla dolu bir Diyarbakır.
Herkes birbirinin hastasına koşar, cenazesini omuzlar, sıkıntısını paylaşırdı. Kentin hovardası, kabadayısı, delisi bile bir başkaydı. Hırsızı, uğursuzu belliydi. Bunlar da herkese sataşmaz, büyüklere saygıda kusur etmezlerdi. Mahallenin büyüğü geçtiğinde herkes bir kenara çekilir saygıyla yol verirdi. Yedi mahalle uzakta da olsa, kim ölmüş, kim hastalanmış, kim evlenmiş bilirdik…     
Çarşısında, pazarında dürüstlük vardı, güven vardı. Çeki, senedi kimse bilmezdi. Bir selam, bir SÖZ yeterliydi.
Çok da eski değildi bu güzellikler. En çok 50-60 yıl öncesi…
Sonraki yıllarda, bu güzellikler bir bir kaybolup gitti. Eski Dostlar da kalmadı. Kimi başka diyarlara, kimi Dar-ül Beka'ya (Öbür Dünya) göçmüş.
……….
Diyarbakır’ı, Diyarbakır yapan büyükler vardı. Saygıdeğer kimselerdi bunlar. Eşraftan olanlar yanında, sanatıyla, yaşı ve babacanlığıyla, bilgeliği ve hoşgörüsüyle herkesin sevgisini, saygısını kazanmış tüccardan, esnaftan insanlar. Yoldan geçerken, bir mekana girerken herkes ayağa kalkar, saygı gösterirdi.
Bunlar, Diyarbakır'ın simgeleri gibiydiler. Her biri birer Diyarbakır beyefendisi.
Bunlar sayesinde Diyarbakır'ın gelenekleri, görenekleri yaşar. Bunlar sayesinde kentin değerleri ayakta dururdu. Onları yitirdikçe Diyarbakır kaybetti. Kimsenin kimseye güvenmediği, sevmediği, saymadığı bu günlere geldik.
……….
Şimdilerde Diyarbakır elbette çok değişmiş. Mimari bakımından çok güzelleşmiş. Modern siteler sarmış her yanı. Geniş bulvarlar açılmış. Eskiden dağbaşı diyebileceğimiz yerler şimdilerde yer altı geçitleri, lüks mağazalar, modern AVM’lerle dolu…
Ne yazık ki, kentin batı bölgesi ne kadar modernleşmişse, doğusu, hele de sur içi bölgesi o kadar harabolmuş, bozulmuş.
Kuşkusuz, yıllar boyu süregelen ilgisizlik, duyarsızlık hazırladı bu bozulmayı.
………..
İlk 1950'li yıllarda bağlarda başladı bozulma, sonra Yenişehir bölgesine sıçradı.
Sonra Sur İçi’ne girdi güzelliklerin yıkımı....
1960’lı yılların sonlarına doğru Diyarbakır'ın hemen tüm mahallelerine üşüşen çoğu bilinçsiz yap-satçı müteahhitler tarihi SUR İÇİ’ni perişan ettiler. Bunlar yetmezmiş gibi, eski evlere ve konaklara dadanan kaçak define avcıları buraları delik deşik ederek harabeye çevirdiler.
Büyük ailelerin çoğunun sur dışında oluşan modern Yenişehir semtine taşınmaları, bir bölümünün kenti terk edip, batı illerine göçmeleri sonucu, el değiştiren avlulu, eyvanlı, havuzlu, bahçeli konakların, çoğu, birkaç daire uğruna yıktırılıp yerine çok katlı yığma beton binalar dikildi. Bunun sonucu olarak sokaklar daraldı. Temel kazıları sırasında kentin tarihi kanalları, su şebekeleri tahrip edildi. Bitişik nizam yükselen beton bloklar sokakların hem güneşini hem nefesini kesti. Şimdilerde sokakların çoğu ışıksız, havasız, bakımsız ve pislik içinde...
Oysa, eskiden böyle değildi Diyarbakır…
Kesme taştan zarif mimarisi ile avlulu, eyvanlı evlerinin tümünde havuz vardı, bahçe vardı. Evlerin bahçelerinde özenle yetiştirilen gül, menekşe, nergis, reyhan kokuları sokaklara taşardı.
Analarımızın, ninelerimizin sabah ezanı ile birlikte kalkıp yıkadıkları, süpürdükleri sokaklar tertemizdi. Kadın çöpçülerin yine sabah ezanı ile birlikte süpürdükleri sokaklara, caddelere çöp dökmek ayıptı...
Unutuldu tüm bu güzellikler.
Peki, şimdi ne olacak?
Dilerseniz bu sorunun yanıtını hep birlikte bir sonraki yazımızda arayalım…

25 Ekim 2015 Pazar

Ne bitmez çilemiz varmış


Diyarbakır esnafının keyfi yerindeymiş.
Kime sorsanız “ŞÜKÜR” diyor…
Meğer son zamanlarda kentte çokça turist görünür olmuş ya. Buna “şükür” diyor herkes.
Toplum olarak oldum olasıya “ŞÜKÜR”e alışmışız. Çünkü, biliyoruz ki, “beterin beteri var…”
Çünkü, Diyarbakır esnafı, Diyarbakır halkı her zaman, hep “beterin beteri” ile karşılaşmış. Ol nedenledir ki, her olumlu şeye “Şükür” çekiyor…
Eh, “Allah bundan geri koymasın…”
Diyarbakır, Diyarbakır olalı hiç turist yüzü görmedi ki garibim.
Çünkü, hep turiste kapalı kaldı, hep yasak bölge sayıldı…
Bu yüzden esnafımızın sevinci çok görülmemeli derim.
Çok görülmemeli ama, kardeşim, artık birilerinin de kalkıp, “Yahu arkadaş bu çilemiz daha ne zamana kadar?” demeli. Birileri kalkıp “Ey, yetkililer, ey etkililer, ey bakanlarımız, ey parlamenterlerimiz. Kültür ve Turizm Bakanlığının programlarında neden Diyarbakır yok” demeli…
………
Daha geçtiğimiz günlerde TİGRİS Haber’de ibret verici, düşündürücü bir haber vardı. Başlığı ilginçti. “Turizm sektöründe ilk iki ayda 49 yatırıma verilen 764 milyon liralık teşvik sıralamasında Diyarbakır yok…”
Ne garip, kimse çıkıp da “Diyarbakır neden yok” demedi. Sormadı.
Kimsenin kılı kıpırdamadı.
Neden kıpırdasın ki.
Bizim bu güne kadar hiçbir şeyi sormaya, sorgulamaya hakkımız mı oldu?
Hangi yatırım sıralamasında oldu ki turizmde olsun.
Bizim için TURİZM, senede bir yemek fuarlarına katılıp milleti yedirip, içirmek…
Başkasına ne gerek var? 
Biliyoruz ki Diyarbakır 88 yıldır Turizme kapalı. Ve yatırım programlarında yok.
Dilerseniz konuyu biraz açalım;
Bir zamanlar “Fırat’ın Ötesi” diye bir kavram vardı. Yani, Diyarbakır’ın da içinde bulunduğu bölgemiz yasaklıydı.
Biraz daha açalım.
Fırat’ın Ötesi” uzun yıllar askeri ve idari yasak içinde tutulan, bu yüzden de turizme onlarca yıl kapalı kalan Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun büyük bölümüne verilen isimdi
Bu yasağı uygulama yetkisi, Şeyh Sait ayaklanmasından sonra 30 Haziran 1927 tarihinde çıkarılan 1164 sayılı kanunla kurulan Umumi Müfettişliklere verilmişti.
Bu yasağa göre, bir yabancı Türkiye’ye pasaportla girmiş olsa bile Fırat’ın Doğusu’na geçemiyor, bunun için İçişleri Bakanlığı’ndan ikinci, özel bir izin alması gerekiyordu. Bu yasağı bilmeden bölgeye girmiş olan yabancılar siyasi polis tarafından gözetim altına alınıp il dışına çıkarılıyordu.
Yasaklar yabancılara uygulanıyor görünse de gerçekte yerli halk üzerinde de baskı oluşturuyordu. İnsanlar sorgusuz sualsiz gözaltına alınıyor, kimsenin bilmediği yerlerde aylarca tutuluyor, cezaevlerine atılıyor, yargısız infazların hesabını kimseler soramıyordu. Özalp’taki “33 Kurşun katliamı” Diyarbakır Çınar yolu üzerindeki Karaköprü’de gerçekleştirilen yargısız infazlar, Sason ve Dersim katliamları hep bu dönemin ürünleri oldu.
Bölgede uygulanan yasak ve baskılar umumi müfettişliklerin kaldırıldığı 7 Ocak l948 den sonra da yıllarca sürdü…
Biz gazeteciler ve kentteki aydınlar, 1950’li ve 1960’lı yıllarda çok uğraştık bu yasağın kaldırılması için.
Sonunda 1965 yılı ocak ayında yasağın kaldırıldığı müjdesi geldi.
Yasağın kaldırılmış olması bölgede, özellikle de Diyarbakır’da büyük sevinç yarattı.
Ne var ki bu sevinç uzun sürmedi.
Ne yazık ki 1970’li yıllarda ülkemizde meydana gelen siyasi çalkantılar yüzünden bu kez sıkıyönetimler dönemi başlatıldı. Bundan da Diyarbakır fazlasıyla nasibini aldı elbette.  12 Mart döneminin getirdiği sıkıyönetimler sürüyorken devam eden siyasal çalkantıların yol açtığı 12 Eylül Askeri darbesi döneminde de Diyarbakır ağır faturalarla karşı karşıya bırakıldı.
Bu sıkıntılı dönem 1987 yılı ortalarına kadar sürdü. Tüm Türkiye’de sıkıyönetim dönemleri sona erdiği halde Diyarbakır’ın da içinde bulunduğu bölgede bu kez OHAL (Olağanüstü Hal) dönemi başlatıldı.
Bu dönem de 30 Kasım 2002 gününe kadar sürdü. Tam 15 yıl…
Ne var ki; Diyarbakır ve çevresi OHAL dönemi sona erdikten sonra da rahat yüzü görmedi. Bu kez de yıllar süren HASSAS BÖLGE dönemine girildi.
Bir başka ifade ile 1927 yılında başlatılan FIRATIN ÖTESİ YASAĞI ve bunun getirdiği baskılar hala var ve devam ediyor…
Bu yüzden, bunca zengin tarihine ve kültürüne, hazineler değerinde tarihi anıtlarına, doğal güzelliklerine rağmen Diyarbakır ve çevresi bir türlü turizme açılmadı, açılmıyor…
Şimdilerde tek tük görünen yerli turist hareketi bu yüzden sevindiriyor garibim esnafımızı.

Eeee ne yapalım. Buna da şükür…

1 Ekim 2015 Perşembe

Yeni Yurt’a elveda, Tigris Haber’e merhaba…

Yeni Yurt’a elveda, Tigris Haber’e merhaba…


  Karmaşık duygular içindeyim.
İnsan bazen tarifsiz “gel-git”lerin içine düşer ya.
Ne düşündüğünüzü bilemezsiniz, Öylesine boş gözlerle sabit bir noktaya takılıp kalırsınız. Neye, nereye baktığınızı bilemezsiniz.Öylesine kör bir bilinmeze sürüklenirsiniz ya, işte benimki de öyle bir şey...
Üzülsem mi, sevinsem mi?...
……….
Diyarbakır’ın yaşayan en eski gazetesiydi “Yeni Yurt”.
Türkiye’de, hele de bölgemizde 60 yılı geride bırakmış kaç gazete olmuş ki…
Yeni Yurt bunu başaran gazeteydi.
Sevgili dostum Yaşar Evirgen’in 1953 yılı ortalarında “Yeni Yurt”u çıkarmaya karar verdiğinde ne çok çırpındığını hatırlıyorum… O günlerde İzzet Yıldız da, Abdüssettar Hayati Avşar da benzeri telaşın içindeydiler.
Üçü de varlıklı insanlar değillerdi. Üçünün de malı mülkü, paraları yoktu. Ama üçünün de idealleri vardı. Üçü de gazeteciydi çünkü. 
İnsanın parası, mali mülkü olmadan bir işe atılması, hele de gazete çıkarmaya kalkışması kolay değildi elbette.
Ama başardılar.
Sesleniş, Yeni Dicle, Ümmid, Yeni Yurt ayni yıl içerisinde peş peşe yayın hayatına atıldılar…
Ne çok sevinmiştik. Diyarbakır’da basın hayatı canlanıyordu çünkü.
Aradan yıllar geçti. Yeni Dicle kapandı, Sesleniş kapandı, Ümmid kapandı. Bir tek Yeni Yurt yaşadı, yaşatıldı…
Yaşar Evirgen’den sonra oğulları Salih ve İbrahim Evirgen asıl meslekleri öğretmenliği bırakarak Yeni Yurt’un başına geçtiler. Kardeşleriyle birlikte babalarının emanetini, çizgisini saptırmadan bir ömür yaşatmaya gayret ettiler…
Sonra, onlar da “buraya kadar” demek zorunda kaldılar.
Şimdilerde Yeni Yurt yok artık…
Nice inişli çıkışlı engelleri aşa aşa 61 yılı geride bırakan Yeni Yurt yerini TİGRİS Haber’e bırakmış.
Haberi aldığımda önce üzüldüm. Sonra üzüntüm dağıldı, yumuşadı.  Çünkü Yeni Yurt isim olarak kapanmıştı. Ama yayınını TİGRİS Haber olarak sürdürecekti.
Hem, isim hakkı yabancıya da gitmemişti. En az yarım asırdır BASIN’ın içinde olan, yaz-kış, kar-kıyamet demeden, İstanbul’dan, Adana’dan, Ankara’dan gelen gazeteleri özveri ile  okurlarına yetiştirmeye gayret eden, basın emekçisi bir aileye geçmişti, TANAMAN ailesine…
Yediden yetmişe kendilerini BASIN mesleğine adamış, gerçekten bu mesleğin kahrını çeken bir aileydi. Aileden başarılı gazeteciler de yetişmişti.
Dostum Mehdi Tanaman gibi…
Kısaca, bu değişime yakışıyordu Tanaman ailesi. Sevindim.
Bir başka ifade ile, Yeni Yurt’un bayrağı emin ellerde…
Şimdilerde Yeni Yurt Gazetesi “TİGRİS Haber” olmuş. Olsun…
Hem, TİGRİS bizim özümüz, şah damarımız…
Şimdilerde DİCLE olup aktığına bakmayın, Kadim tarihte bazen Dklat olmuş, Ermeni ağıtlarına girmiş. BazenTiger olmuş kaplan hızına ulaşmış,  Bazen Diglat olmuş… TİGRİS olmuş Grek Mitolojisinde yerini almış.
Ve TİGRİS on binlerce yıldır Mezopotamya’ya, Kürdistan’a bereket saçıyor.
İnsanlarımız Tanrıya ulaşmanın yolu olarak bilirler Dicle’yi.
Kutsaldır çünkü…
Hem sonra  Diyarbakır Basın Tarihi’nde “Dicle - Yeni Dicle -  “Dicle Kaynağı” gazeteler de çıkmış vakti zamanında.
Varsın bir de TİGRİS Haber olsun. Onların ömürleri O’na bereket olsun, yaşasın…
…………..
TİGRİS Haber, İddialı bir isim. İddialı ve de  farklı.
İnsan, sayfalarını çevirdikçe daha iyi görülüyor bu farklılık. Hele de Kürtçe sayfalar, Kürtçe haberler…
Çok etkilendim, çok…  
Yıllar öncesine gittim.
Birden 1958 yılında sevgili arkadaşım Abdurrahman Efem Dolak’ın zar-zor çıkardığı, dostluk hatırına Sabri Şenci’nin Yeni Şark Matbaasında basılan, yine dostluk hatırına Canip Yıldırım’ın, Musa Anter’in, Sait Kırmızıtoprak’ın, Yaşar Kaya’nın, Sait Elçi’nin yazı yazdıkları, İLERİ YURT Gazetesi’ geldi aklıma.
Musa Anter’in bir KÜRTÇE şiiri yüzünden başına gelmedik kalmamıştı o yıllarda.
1952 yılında tanıdım Sevgili Musa’yı. O Şark Postası gazetesinde, ben Yeni Şark Gazetesi’nde fıkralar, şiirler yazıyoruz…
Musa Anter o günlerde Diyarbakır basınının “yaramaz çocuğu”ydu. Hemen her fıkrasına, her yazısına bir kaç “Kürtçe” kelime sıkıştırıyordu. Bu da bazı “Fincancı katırlarını” ürkütüyordu elbette.
Yıllar sonra bu kez Abdurrahman Efem Dolak’ın İLERİ YURT Gazetesinde  “KIMIL” şiirini Kürtçe yazarak yapmıştı yapacağını(!)…
Ortalık fena karışmıştı o günlerde. Peş peşe, gözaltılar tutuklamalar başladı. Konu “Devlet Sorunu” olmuştu. Öyle ki, Cumhurbaşkanı Celal Bayar bizzat Diyarbakır Valisine telefon ediyor “Musa Anter”in icabına bakılması gerektiği” talimatını veriyordu.
Ünlü 49’lar olayı bu günlerin eseridir…
İstanbul, Ankara gazeteleri ateş püskürüyordu.
Kürtlerin topluca TENKİL edilmesini isteyenler bile vardı.
Diyarbakır’daki bir küçük(!) gazeteden çıkan bu kıvılcım Ankara’yı, İstanbul’u kudurtmuştu adeta...
Bu olay bir GÖZDAĞI da oldu herkese. Sonraki günlerde kimin haddine KÜRTÇE yazmak, hatta konuşmak…
İşte, böylesi günler yaşadık.
Şimdilerde ne zaman bir gazetede, bir dergide KÜRTÇE bir sayfa ya da metin görsem o günleri hatırlıyorum…
………
Can dostum Naci SAPAN, geçtiğimiz günlerde TİGRİS Haber’in yazı ailesini tanıtırken eski deyimle İLTİFAT yağdırmış.
Sağolsun.
Kuşkusuz böylesi iltifatlar hoş. Hoş ama, bir o kadar da ağır sorumluluk yüklüyor insana.
Farkındayım…
Sen ne yaptın  Naci kardeş?..

27 Ekim 2013 Pazar

Truva Linux

Truva Linux

OS Türü : Linux
TABAN   : Slackware
Menşei  : Türkiye
Mimari  : i486
Masaüstü: KDE
Kategori: Masaüstü
Çok dilli :
Türkçe dil desteği : Var
Office takımı : KOffice
Paket Yönetimi : TGZ
Kurulumu : Text mode kurulum & Grafik kurulum
Durum   : Aktif
Lisans :Bu Linux Dağıtımı LGPL (Lesser GPL – GNU Genel Kısıtlı Kamu Lisansı ) veya GNU GPL (General Public Licence – Genel Kamu Lisansı) lisanslama modelleri ile lisanslıdır. Bu lisanslar altında, yazılımı ilgili kaynak kodları ile birlikte kopyalayabilir, başka makinalara kurabilir ve üçüncü şahıslara dağıtabilirsiniz.
Ekran görünümü
















Download indir    yürüyen penguen    Web sitesini ziyaret et

1 Eylül 2013 Pazar

Ubuntu

Ubuntu

OS Türü : Linux
TABAN   : Debian , Ubuntu
Menşei  : Isle of Man
Mimari  : i686 , x86_64
Masaüstü: unity
Kategori: Yeni başlayanlar , Desktop , Sunucu , Canlı Orta , Netbook’lar
Çok dilli : Var
Türkçe dil desteği : Var
Office takımı : LibreOffice
Paket Yönetimi : DEB
Kurulumu : Grafik kurulum
Durum   : Aktif
Lisans :Bu Linux Dağıtımı LGPL (Lesser GPL – GNU Genel Kısıtlı Kamu Lisansı ) veya GNU GPL (General Public Licence – Genel Kamu Lisansı) lisanslama modelleri ile lisanslıdır. Bu lisanslar altında, yazılımı ilgili kaynak kodları ile birlikte kopyalayabilir, başka makinalara kurabilir ve üçüncü şahıslara dağıtabilirsiniz.
Ekran görünümü

Download indir        Web sitesini ziyaret et

22 Temmuz 2013 Pazartesi

Windows'a benzeyen Linux: Zorin OS

Windows'a benzeyen Linux: Zorin OS

Linux'a geçmek istiyor ama Windows'tan vazgeçemiyorsunuz. Öyleyse bu işletim sistemi tam size göre!

zorin os, linux, windows, işletim sistemi, kolay, yükleme, live,
Paylaşın
Diğer
Zeynel A. Öztürk
Linux'un farklı ortamı, ona geçiş yapmak isteyen birçok kullanıcının gözünü korkutuyor. Ubuntu'yu temel alan Zorin OS ise çok yönden Windows'a oldukça benziyor ve Windows kullanıcılarının işini kolaylaştırıyor.

32-bit ve 64-bit sistemler için sunulan Zorin OS, başlangıç için size gerekli hemen hemen her şeye sahip. İşletim sistemi, medya yürütücü olarak Banshee, bir e-posta istemcisi ve GIMP resim düzenleyicisiyle yüklü olarak geliyor. Kapsamlı bir ofis paketi olan LibreOffice de Zorin OS'a dahil.

Zorin OS içerisinde Wine'ı kullanarak Windows uygulamalarını da kullanmanız mümkün. Zorin OS'a geçiş yapmadan önce onu denemek istiyorsanız, bir Live CD yoluyla, herhangi bir yükleme yapmadan deneyebilirsiniz.

İndirin: Zorin OS (32-bit)

İndirin: Zorin OS (64-bit)